Nice hikayelere, oyunlara, filmlere konu olan bir mit. Merhaba değerli mitoloji-sever dostlarım! Bu yazımda sizlere Pandora’yı ve Pandora’nın Kutusunu anlatacağım. Siz de benim gibi çekmecede kalan yarım kaşık granül kahvenizi yarım bardaklık bir suda çözündürüp gelebilirsiniz.
Her şeyden önce, önceden okuyanlara ve daha önce okumayanlara çok çok kısa bir özet geçmek isterim. Zeus tanrılar ve titanlar arasındaki savaşı kazandıktan sonra dünyayı sessiz sakin bir yer olmaktan kurtarıp canlılar ile donatmak istedi ve bu görevi Prometheus ve Epimetheus’a verdi. Prometheus ve Epimetheus canlıları yarattıktan sonra Prometheus fazla hayırsever davranıp insanlara çok şey öğretti hatta ve hatta ateşi çalıp onlara sundu. Bu hareketten dolayı Zeus, Prometheus’a aşırı derecede sinirlendi ve bir şekilde intikam almak istedi.
Şimdi hikâyeye geçelim;
Zeus, Prometheus onu salak yerine koyduğu için büyük bir öfke duyuyordu ve intikam almak istiyordu. Aynı zamanda insanlara en büyük kimmiş göstermek ve asla tanrılar gibi olamayacaklarını anlatmak istiyordu. Dünya üzerinde yaratılan insanlar tek tür, yani erkek olduğundan, Zeus intikam planını bu fanilere karşı bir cins insan sunarak gerçekleştirmek istiyordu. Bu düşünce ile ateşin ve demirciliğin tanrısı Hephaestus’un yanına giderek ondan o aşağıdaki küstah insancıklara sevecekleri türden bir yaratık yaratmasını, yaratacağı şeyin insanlara benzemesini ama tabii ki onlardan bir nebze farklı olmasını istedi. Hephaestus yardım edebileceği için çok mutluydu ve hemen işe koyuldu. Bir süre sonra Hephaestus işi bitirdiğinde Zeus’un yanına gitti ve oluşturduğu yaratığı gösterdi. Zeus ortaya çıkan üründen oldukça memnundu. İnsanlara benziyordu fakat erkek değil kadındı. Adını Pandora koydukları bu kız, uzun dalgalı saçlı, güzel yüzlü bir kızdı.
Tanrıçalara fazlasıyla benziyordu. Hephaestus son rötuşları yaptıktan sonra diğer tanrılar Pandoraya sürülerce hediye verdiler. Altın işlemeli kıyafetler, parlayan mücevherler, fazlasıyla albenili kokusu olan çiçekler vesaire. Tüm bu hediyeler arasında mücevherlerle donatılmış işlemeli ve göz alıcı bir kutu da bulunuyordu. Pandora bu güzel kutunun içinde olan şeyin en az kutu kadar muhteşem olacağını daha aşağıya inmeden düşünüyordu.
Tanrılar, Pandora aşağıya inmeden önce ona tek bir öğüt verdi; ne olursa olsun hiçbir koşulda o kutuyu açmayacaktı. İstediği kadar bakabilir dokunabilirdi fakat asla ama asla açamazdı. Pandora bunun nedenini anlamadı fakat kutu o kadar güzeldi ki dediklerini kabul ederek kutuyu yanında aldı. Aşağı indiğinde Pandora, Epimetheus ile karşılaştı ve Epimetheus Pandora’nın etrafa saçılan güzelliğinden dolayı ona âşık oldu. Prometheus bu yaratığı kendinin yaratmadığını biliyordu ve bu kesinlikle tanrıların bir oyunu olmalıydı. Prometheus, kardeşine bu yaratıktan uzak durmasını, bir oyun olduğunu söyledi fakat aklı bir karış havada olan Epimetheus abisini dinlemedi ve Pandora ile evlenip onu evine götürdü. Burada şöyle bir detay var; Epimetheus bu göz alıcı ve ışıltılı kutuyu önemsemedi dikkate almadı ve içinde ne olduğunu hatta kutunun bile ne olduğunu Pandora’ya sormadı 😀
Evlilikleri mutlu mesut sürerken Pandora bu göz alıcı kutuya gözü gibi bakıyordu. Ve tabii ki bir süre sonra sadece kutuya bakmak yeterli gelmedi. Merakı gittikçe Pandora’nın iradesini yeniyordu ve bir gün Pandora, merakına yenik düşüp, sonuçlarını göz ardı ederek kutuyu açtı.
Pandora kutuyu açtıktan hemen sonra Zeus’un planının başarıya ulaştığını anladı, çünkü kutuyu açar açmaz odayı kötü ruhlar kapladı. Açlık, öfke, hastalıklar, delilik ve diğer yüzlerce kötülük, Pandora’nın kutuyu açmasıyla birlikte dışarı çıktı. Pandora kutuyu kapatmaya çalıştı fakat artık çok geçti. Tüm kötülükler odadan dışarı, dünyaya çıkmıştı ve geriye dönüş yoktu. Pandora kutuyu kapatmaya zorlarken kutuda küçük bir ruhun saklandığını ve çıkmak istemediğini gördü. Bu ruh “umut” idi.
Kötülükler dünyada etkilerini göstermeye başladığında insanlar barış dolu hayatın son bulduğunu ve artık geri gelmeyeceğinin farkına vardılar. Tanrıların gücünü, neler yapabileceklerini ve kendi sıradan güçleri karşısında ne denli muazzam bir güç olduğunu anladılar. O günden sonra da insanlar tanrıları kızdıracak bir şey yapmayacaklarına yemin ettiler ve umudun kutunun içinde olduğu düşüncesi ile bir nebze rahatladılar. Umudun yok edilmediği düşüncesi de zavallı insanlara o eski barış dolu günlerin geri geleceği inancını her zaman aşıladı.