Yorgun bir milletin savaşları, yıkımları, zaferleri ve cumhuriyetin ilanı ile sonuçlanan destansı varoluş mücadelesi.

Tarih 1918 yılını gösterdiğinde tüm savaşların sonunu getireceği düşünülen Birinci Cihan Harbi arkasında çok büyük bir yıkım bırakarak bitmiş, Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı savaşta yer yer başarı elde edilmiş olsa da yenilen taraf olmuştur. İtilaf Devletleri pençesini geçirip son darbeyi vurmadan önce her ülke ile tek tek ateşkes anlaşmaları imzalamış sonrasında ise pastayı midesine indirmek için esas bölünmeyi gerçekleştirecek anlaşmaları ortaya koymuştur.

Nitekim savaş bitmiş olsa da direnmeye devam eden, önüne konulan anlaşmaları elinin tersiyle iten, esareti ve yok olmayı kabul etmeyen tek bir millet vardı. Bu azim ve ruh gelecekte dört bir yandan işgal altına alınmış memleketi yine memleketin evlatları sayesinde kurtaracak ve cumhuriyetle tanıştıracaktı.

Birinci Cihan Harbi'nin İzleri

Birinci Cihan Harbi’nin sonu yaklaşmış İstanbul Hükümeti mümkün olan en az kayıpla savaşı resmi olarak sonlandıracak bir anlaşma yapmak için İtilaf Devletleri arasında havayı kokluyordu. Beklenen fırsat 30 Ekim 1918’te gelmiş ve Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmıştır. Böylece Osmanlı için savaş fiilen bitmişti. Ne var ki İtilaf Devletleri böyle düşünmüyordu. 

Başta İngilizler olmak üzere İtilaf Devletleri bu anlaşmaya, verilen sözlere bağlı kalmak istemiyordu. Onlar için bu anlaşma dünya kamuoyunun gözünü boyamak içindi. Osmanlı’dan istediklerini koparana kadar durma niyetleri yoktu. Zira bile isteye müphem ifadeler geçirdikleri ve kafalarına göre koydukları maddeleri keyiflerine göre uygulamaya koymak için çoktan hazırlıklara başlamış, yüzlerine avını yemek için hazırlık yapan çakalın pis sırıtışını takınmış ve heyecanlar ellerini alkış tutarcasına birbirine vuruyorlardı. Anlaşma maddelerin bazı kelimelerinin Türkçe, İngilizce ve Fransızca karşılıklarının farklı olmasından bile istifade etmeye çalışarak işe koyuldular. 

"Geldikleri Gibi Giderler!" - Mustafa Kemal Atatürk

Henüz anlaşmaya atılan imzaların mürekkebi kurumamışken 3 Kasım’da anlaşmanın 7. Maddesi bahane edilerek işgale başlayarak Musul’a girdiler. Hemen ardından İskenderun’u talep ettiler ve ardından bir gün geri alma hayali kurdukları İstanbul’a asker çıkarmaya hazırlandılar. Bu gelişmeler İstanbul Hükümeti’ni ve Türk halkını dehşete düşürmüştü. Bunun üzerine mevcut hükümet istifaya zorlanmış, Ahmet İzzet Paşa beklenen istifayı verirken yerine Ahmet Tevfik Paşa atanmıştı. İzzet Paşa giderken Adana’da Yıldırım Orduları’nın başında bulunan Mustafa Kemal ve pek çok subayı lüzum gördüğü üzere başkent İstanbul’a çağırmıştı. Kaldı ki Yıldırım Ordusu lağvedilince Mustafa Kemal Paşa Harbiye Nazırı emirine verilmişti. 

10 Kasım günü Adana’dan trenle yola çıkan Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım’da İstanbul’a vardı. Vapurla Avrupa Yakası’na geçerken Paşa, 70 parçalık işgal gemilerini göstererek yaveri Cevat Abbas Bey’e ufuktaki savaşın sloganlarından biri olacak o meşhur cümlesini kurmuştur: “Geldikleri gibi giderler!”

Paşa'nın Pera Palas Konaklaması

İstanbul’a gelen Paşa ilk önce Pera Palas’a yerleşmiş ardından Şişli’de bir eve çıkarak burada yakın arkadaşları ile memleketin durumunu mütalaa etmek için bir araya gelerek bir yolunu bulup mebus olarak ülkeye daha iyi hizmet etmek gayretindeydi. Bu yüzden yakın arkadaşları dışında fikirlerini çevredekilere de beyan etmekten geri durmuyordu. Fikirlerini daha geniş kitlelere duyurabilmek için Ali Fethi Bey ile Minber Gazetesi’ni çıkardı. 

Sevr Antlaşması Çalışmaları

Öte yandan İtilaf Devletleri 1919’un Ocak ayında Paris’te Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan devletlerinin önüne koyacağı barış anlaşmaları için toplandılar. Bu toplantıda Osmanlı’ya negatif bir ayrımcılık yapıldı. Türk topraklarındaki pastayı kimin nasıl alacağı konusunda birbirlerine düşmüşlerken, Çarlık Rusya’sının yıkılmasından sonra yerine gelen Bolşevikler İtilaf Devletleri’nin yaptığı gizli anlaşmayı ortaya serince Türkler başlarına geleceğin ne olduğunu iyiden iyiye farkına varmış oldu. Paris’ten olumlu bir sonuç çıkmayacağı ve artık ufukta bir savaş olacağı Türk yurdunda yaşayanların kalbine ve aklına işlemiş oldu. 

İyiden iyiye Paris’ten barış anlaşması çıkmayacağı artık belliydi, bu yüzden savaş hali devam ediyordu. Ordunun dağılma emaresi göstermesi üzerine ordunun önde gelen generallerinden Cevat ve Fevzi Paşa’lar olası bir harp ve düzeni tekrar tesis etmek için eski bir gelenek olan ordu müfettişliği fikrini ortaya attı. Bu sırada artık siyasetle bu işin çözülmeyeceğini anlayan Mustafa Kemal Paşa’nın aradığı fırsat böylelikle ayağına gelmiş oldu.

İngiliz Yüksek Komiseri Arthur Caltholpe'nin Notası ve Sonuçları

21 Nisan 1919 günü İngiliz Yüksek Komiseri Arthur Caltholpe, Babıali’ye Türklerin, Karadeniz bölgesinde Rumlara saldırdığı, Doğu Anadolu bölgesinde milli hareketlenmeler olduğunu bu durumlara el atıp düzeltmemeleri halinde işe el atacaklarını belirten bir nota verdi. Bu düpedüz aba altından sopa gösterip işgal için zemin hazırlamak ve Anadolu’da çıkması muhtemel kıvılcımı söndürme gayretiydi. Kaldı ki Türkleri Anadolu’da Ermeni ve Pontus Rum Devleti kurmakla tehdit ediyorlardı. Durum böyle ciddileştiği sırada Damat Ferit, Nazırı Mehmet Ali’ye konun ehemmiyetini anlattı. Mehmet Ali ise bu işi Mustafa Kemal’e vermeleri gerektiğini telkin etti. Bunun üzerine zaten gündemde olan Müfettişlik göreviyle ilgili Nisan ayı içerisinde Mustafa Kemal Paşa, Damat Ferit, eski Erkanı Harbiye Reisi Cevat Paşa Beyoğlu’nda bir öğle yemeği için bir araya geldi. Siyaset konusunda kısıtlı bilgi sahibi olan Damat Ferit için önemli olan, Mustafa Kemal Paşa’nın İttihat ve Terakki ile bağlantısı olup olmadığıydı. 

Zira Birinci Cihan Harbi’nde yaşananlardan ötürü yalnızca İttihatçıları sorumlu olarak görüyor ve eşi görülmemiş bir kin besliyordu. Ancak Cihan Harbi sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın Enver, Talat ve Cemal Paşa ile sık sık fikir ayrılığına düştüğü herkesin malumuydu. Bundan dolayı sadrazam ve hükümetin gözünde İttihatçı bir tehdit değildi. Bu görüşmeden kısa süre sonra Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a yollama isteği belirtildi. Bu Anadolu’ya geçmek isteyen Mustafa Kemal Paşa için bulunmaz fırsattı. 7 Nisan 1919’da karar Yıldız Sarayı’na padişahın onayına yollandı. Padişah bu kararda ve isimde hiçbir sakınca görmediği ve bir an önce bölgedeki durumun kontrol altına alınması için hızlıca gerekli onaylamayı yaptı. 

15 Mayıs 1919 İzmir'in İşgali

15 Mayıs 1919’da İngilizler söylentilerini yaydığı Yunan’ın işgale gelmesi durumunu gerçekleştirdi ve beklenen oldu. Yunan askeri İzmir’i işgal etti. İşte bu her şeyin değişeceği anlardan biriydi. İtalyanların Akdeniz ve ege kıyılarının bir bölümünü işgal ettiğinde bile halk bu denli ayaklanmamıştı. Ülkenin dört bir yanından telgraflar çekiliyor ezeli düşman olarak görülen Yunan’ın işgali sert bir şekilde protesto ediliyordu. Tüm bunlar yapılırken Anadolu’ya geçecek olan Mustafa Kemal Paşa ve heyeti için İngilizlerden vize alınması gerekiyordu. Bu görev ve isimlerle ilgili herhangi bir sıkıntı görmeyen İngilizler vizeyi vermiş ve böylece heyetin önünde hiçbir engel kalmamıştır. Paşa son görüşmeleri de yapıp Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin ile son kez protokol görüşmesi yaptı. Ardından 16 Mayıs 1919’da saat 16.30’da yanındakilerle birlikte demir alıp Samsun’a gitmek için denize açıldılar. 

Umut, Alevlendi

İngilizler çok sonradan durumun farkına varıp, bir şeyler döndüğünü düşünmeye başlamış ve Harbiye Nezareti’ne 9. Ordu diye bir şeyin olmadığını müfettişliğin ne sebeple olduğunu sorgularcasına bir nota verdi. Fakat iş işten çoktan geçmişti zira Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış ve Türk’ün beklediği milli mücadele ateşinin fitilini yakmıştı. Mustafa Kemal Paşa henüz Anadolu’ya geçmeden önce milli mücadele başlamış, paşanın gelişiyle birlikte mücadele bir lider ve vizyon kazanmıştı. Paşa’nın girişimleriyle hız kazanan milli mücadele daha ilk yıllarından itibaren artık yönetimde halk iradesinin egemen olacağını açıkça göstermiştir. Yapılan kongrelerde halktan Ankara’ya mebusla yollanması istenmiş yurdun her bir kesiminden temsilcilerin Anadolu’ya gelmesi sağlanmış.

 

Erzurum Kongresi’nin ardından ise 23 Temmuz 1919 tarihinde yayımlanan bildirinin 3. Maddesinde “Ulusal Kuvvetleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır” kararı ile milli mücadele sürdürülmüş ve cumhuriyetin temelleri daha o zamandan atılmaya başlanmıştı. 

Meclis Baskını ve Mebusların Tutuklanması

Anadolu’da yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından İngilizler İstanbul Hükümeti’nin meclis toplantısı sırasında meclisi basmış ve mebusanları tutuklamış, meclisi dağıttırmıştır. Şüphesiz ki İngilizlerin bu hamlesi Anadolu’da alevlenen milli mücadele ateşini iyice körüklemişti. Bu hadisenin ardından Büyük Millet Meclisi adıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da meclis toplandı. Olağanüstü yetkilerle donatılmış 390 kişilik meclisin başkanı aynı zamanda hükûmet ve devlet başkanı olarak adlandırılmıştı.

Meclisin 20 Ocak 1921’de kabul ettiği ve bir anayasa niteliğinde olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasa ile egemenliğin Türk ulusuna ait olduğu ilan edildi. Böylece artık Türk ulusu kendi kendini yönetebileceği cumhuriyete bir adım daha yaklaşmıştı.

İngiliz'in Maşası

Bu gelişmeler yaşanırken milli mücadelenin önünü kesmek isteyen ve Sevr Anlaşması’nı imzalatmak isteyen İngilizler maşa olarak kullanıp İzmir’e çıkardıkları Yunanlıları, Anadolu’nun içine kadar sokup milli mücadeleyi söndürme gayesindeydiler. Fakat hesaba katmadıkları çok önemli bir şey vardı; Türk genelkurmayı, ordusu ve halkı Birinci Cihan Harbi’nin gözde komutanlarından Mustafa Kemal Paşa eliyle yeniden organize olmuş milli ruha inanmış koca bir millet. 

"Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için her birlik, bulunduğu mevziden atılabilir."

İngilizler Yunan Ordusu’na verdiği destek ile birlikte 1921 yılı boyunca İnönü Muharebeleri ve Eskişehir-Kütahya muhabereleri yapıldı. Cihan Harbi’nden çıkmış zorlu koşullarda verilen bu savaşta Türk Ordusu ve Kuvva-i Milliye grupları çok ağır eleştirilere, olumsuzluklara ve zaman zaman alınan mağlubiyetlere rağmen mücadeleye devam etmekte kararlıydı ve bunun bir bağımsızlık mücadelesi olduğunun farkındaydı. Yunan Ordusu işi kökten halletmek için Ankara’ya girme niyetindeydi. Bu yüzden Yunan Ordusu’nun tüm gücüyle yapacağı saldırıya ordunun hazır olabilmesi ve savaşın yönetilmesi için meclisin ısrarlı ile Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu’nun başına geçerek başkomutanlık yetkisini aldı. Ve bir milletin var oluş savaşında kritik dönemler başlamış oldu. 

Sakarya Meydan Muharebesi Ve Psikolojik Üstünlük

22 Ağustos 1921’de Yunan saldırısıyla başlayan Sakarya Muharebesi’nde galip gelen taraf Türk Ordusu oldu. Bu galibiyet birçok tarihçiye göre Kurtuluş Savaşı’nın kırılma anı ve savaşın dönüm noktalarından biriydi. Eğer bu muharebe kaybedilse Yunan Ordusu direkt Ankara’ya girebilir, meclis dağılabilir, bir milletin savunması çökebilir, umudu kırılabilirdi nitekim var gücüyle hazırlanan Türk Ordusu buna fırsat vermedi. Bu noktadan sonra artık Yunan ilerleyişi durdurulmuş, artık roller değişmişti. Türkler saldıracak ve Yunanlılar savunacaktı. Ve bu durum artık Anadolu’nun kaderinin Türk Ordusu tarafından belirleneceğinin kanıtıydı. 

Büyük Taarruza Hazırlık

Elindeki taarruz gücünü kaybeden Yunan Ordusu Eskişehir’e kadar çekilme kararı aldı, daha Sakarya Muharebesi’nin kanı kurumadan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa takip ve taarruz için gerekli emirleri ve planları yapmaya başladı. Hedef Afyon’du zira Afyon ve Eskişehir İzmir’e giden en düz yol ve ordu ikmali için o dönem en önemli taşıma aracı olan demiryoluna yakın bir güzergah olmasıydı. Ankara-Eskişehir demiryolu hattı ikmal için güvenli ve elverişli değildi bundan dolayı Konya-Afyon hattını güvene alıp kısa yoldan İzmir’e ulaşmak ve savaşı sonlandırmak niyetinde olan Paşa stratejisini belirlemişti.

Askeri, Diplomatik ve Psikolojik Zafer

O sırada gözü kulağı bu savaşta olan İtilaf Devletleri Sakarya Muharebesi’nden sonra ayrı ayrı Türkler ile masaya oturmaları gerektiğini anladılar. Önce Sovyetler’in aracı olmasıyla birlikte Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması imzalandı. 20 Ekim 1921’de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı ve böylece güney sınırı çizilmiş oldu. İngilizler ileyse esir değişim antlaşması yapıldı. Tüm bu olanların karşısında ise İtalyanlar Anadolu’yu tamamen terk etti. Buna benzeyen antlaşmalar ve olaylar ile birlikte Türk Ordusu Sakarya Muharebesi’ni diplomatik zaferle de taçlandırmış, ordu ve millet psikolojik olarak bir üstünlük elde etmişti. İşte bu psikolojik üstünlük ileride yaşanacaklar için itici bir güç olacaktı.

Artık son savaş için güney ve doğu cephelerinde bulunan alaylar batıya kaydırıldı. Tekalif-i Milliye emirleriyle halktan orduya destek istendi. Sovyetlerden gelen yardımla, İtalyan ve Fransızlardan kıt kanaat parayla alınan silahlarla birlikte teçhiz edilmeye çalışıldı. Yıllarca savaşan ve yorgun düşen imparatorluktan geriye kalanlarla mücadele vermeye çalışan ordu taarruz için var gücüyle çalışmış son atımlık barutları kaldığının farkında bir şekilde hareket etmekteydi.  

“Başaramazsak bizi meclis önünde asarlar, tarih önünde hesap veremeyiz!” - General Yakup Şevki Paşa

Tüm hazırlıklar tamamlandığında 27 Temmuz 1922’de Akhisar’da Kolordular arası futbol turnuvası yapılacağı bahanesiyle gizli bir toplantı için bir araya gelindi. 28 Temmuz gecesi komutanlara taarruz planları anlatıldı. 1. Kolordu Afyon’un güneyindeki dağlık alandan Marmara’yı yön tutacak şekilde baskın harekâtına girişecek, böylelikle 1. Yunan Kolordusu’nu kuşatıp yok edecek, İzmir ile olan bağlantısını kesecekti. Tüm bunlar yaşanırken 2. Kolordu düşmanın kuzeydeki birliklerini tutacaktı. 

Çok riskli olan bu plan aynı zamanda başarı oranı en yüksek olandı. Fakat planın başarılı olabilmesi için ana sıklet merkezi olan 2. Kolordu sessizce güneye kaydırılmalı, 1. Ordu ana vurucu güç haline getirilmeliydi. General Yakup Şevki Paşa planı aşırı riskli bulduğu için şiddetle karşı çıkıyor Yunanın bunu fark etmemesine imkan olmadığını söylüyordu. Öyle ki “Başaramazsak bizi meclis önünde asarlar, tarih önünde hesap veremeyiz!” diyerek çıkıştı. Paşaya, Mustafa Kemal Paşa milletin son gücünün bu olduğunu ve bu kuvvetle kesin zaferin gelmek zorunda olduğunu söyledi. 

Kurtların Av Mevsimi Başladı

10 Ağustos günü İsmet Paşa orduyu kaydırmaya başladı. Yunan tarafı ise Türk tarafında hareketlenme olduğunu ama saldırının nereden ve nasıl olacağını bir türlü kestiremediğinden askerlerine tetikte olmalarını emretti. 16 Ağustos’ta Fevzi paşanın heyeti Akşehir’e gelirken başkomutan Mustafa Kemal Paşa 20 Ağustos’ta buraya vardı. İşte tam bu anda Anadolu’nun gözü kulağı nefesi buradaydı. Dış dünya ile iletişim tamamen kesilmiş, karargâha giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Tüm birlikler sessizliğe gömülmüştü. Rauf Bey’in başı olduğu hükümet ve meclise dahi taarruz günü hakkında tek bir kelime edilmedi. Büyük bir titizlikle hazırlanan o gün nihayet gelmişti 26 Ağustos günü Kocatepe’ye inen sis, kurtların en sevdiği havaydı ve av mevsiminin geldiğini haber veriyordu. 

Albay Reşat Bey ve Çiğiltepe

26 Ağustos sabahı 150 mm’lik Skoda toplarının ateşlenmesiyle Türk’ün mücadelesi başlamış oldu. İki gün boyunca akın eden ordu birçok bölgeye ele geçirmişti. Çiğiltepe’nin bir türlü düşmemesinden dolayı 67. Tümen Komutanı Reşat Bey, diğer tepelerin alındığını görünce kendisini Türk Ordusu’nun aksayan bir parçası olarak gördü ve durumu gururuna yetiremeyip intihar etti fakat Çiğiltepe aynı gün ele geçirilecekti… Aylarca geçilemez denilen tepeleri Türkler 2 günde aradan çıkarmıştı. Bunun üzerine Trikupis, kuvvetlerini zar zor Sincanlı Ovası’na indirebilmişti. Tekrar toparlanıp kontrollü geri çekilmeyi planlayan orduya. Her şeyden habersiz savaştan uzak Yunan Komutanı Hacıanesti, şaşırtıcı bir emir vererek orduya hücum etmesini söyledi. Fakat Trikupis bunun uygulanamayacağını bildiği için ordusunu geri çekmeye devam etti. Geri çekilirken Afyon ve civar köylerini yakmaktan geri durmadılar. 

30 Ağustos 1922

Çekilen Yunan Ordusu yönünü Dumlupınar’a çevirdi. Ordu içi iletişimde aksaklık olduğu için hangi ordu nerede bilinmiyordu. Yunan’ın Dumlupınar’a çekilmesi ise avın kapana kısılması demekti. Plan Türklerin istediği gibi gidiyordu. 28-29 Ağustos’a kadar kontrollü bir şekilde Yunan Ordusu takip edilerek ilerlendi ve Yunan ana grubu kuzey ve Kuzey Doğu’dan sarıldı. Haber karargâha ulaştığında Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşa’lar yarının büyük bir zafer günü olduğunu anladılar. 

Düşmanın Denize Dökülmesi

30 Ağustos 1922’nin ilk saatlerinde 4. Türk Kolordusu amansız bir top atışına başladı. 16 ve 61. Tümenler de top atışına başlayınca artık Trikupis çembere alınmış oldu. Yarma girişiminde bulunsa da Yunan atakları başarısızlıkla sonuçlandı. Sonradan Zafer Tepesi olarak anılacak yerden muharebeyi yöneten Mustafa Kemal Paşa sevinçle “Hacıanestis gel de ordularını kurtar!” diye bağırmıştı. İşte bu Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlandığının göstergesiydi. Bu gelişmenin ardından Yunanlar bulundukları tüm konumlardan geri çekilmeye başladı. Gazi Paşa’nın emrindeki Türk kuvvetleri ise 1 Eylül’de “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle düşmanı takibe geçti. Adeta nefes almadan düşmanı kovalayan Türkler 9 Eylül 1922’de Yunan’ı İzmir’den denize döktüler, Eylül ayı bitmeden ise Anadolu’yu Yunanlardan tamamen temizlemeyi başardılar. Böylece Kurtuluş Savaşı neticelendi ve İzmir’den Kars’a kadar Anadolu Türk’ün yurdu olup, onların atlarının nal sesleriyle doldu.

Türk Hükümeti’nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922’de Türk Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’nın katılmasını uygun görmüştür. 

Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. Fakat İngilizler Lozan’a hem İstanbul hükümetini hem de Ankara hükümetini davet etmişlerdi. Bu duruma tepki gösteren Türk Hükümeti, Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur Bey’in hazırladığı ve 78 mebusun da imzaladığı takrir ile 1 Kasım 1922’de, 1 muhalif oy haricinde ittifakla saltanatı kaldırdı. Böylece Lozan’da Türk temsilcisi olarak bir tek Ankara Hükümeti kalmış oldu.

“Lozan Barış Antlaşması, Türk ulusuna karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme eyleminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku yapıtıdır!” – Mustafa Kemal Atatürk

Saltanatın Kaldırılması

Mecliste Saltanatın kaldırılmasını takip eden dönemlerde, Mustafa Kemal Paşa’nın direktifi ile yeni anayasa tasarısı hazırlıkları başlamıştı. Mevcut anayasa, ulusal iradenin Türk ulusuna ait olduğunu, bu iradeyi ulus adına temsil yetkisinin Meclis’e tanındığını onaylamıştı ancak devletin yönetim şeklini ve başkentini ilan etmemişti. Yeni anayasa tasarısı hazırlıkları sırasında Mustafa Kemal, çevresindekilerle Cumhuriyetin ilanı ile ilgili görüşmeler yapmıştır. 

Mustafa Kemal Paşa’nın Wieber Neue Freie Presse muhabirine 22 Eylül 1923’te verdiği ve Türkçe bir özeti ilk defa İkdam gazetesinde yayımlanan demeçte, muhabirin sorusu üzerine ilk defa cumhuriyet kelimesini açıkça ortaya atması ülkede ve yurtdışında büyük yankı uyandırdı. Ekim 1923’te İsmet Paşa ve bir grup mebus Ankara’nın Hükümet merkezi olarak kabul edilmesi yolunda bir kanun teklifi verdi. 13 Ekim 1923’te TBMM’de kabul edilen tek maddelik yasa ile Ankara, devletin başkenti oldu. Devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son veren bu yasa ile cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmış oldu.

Cumhuriyet Yolunda

1 Kasım 1922’den itibaren artık saltanatın olmadığı ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi. Bu hükûmet sisteminde her bakan meclis tarafından seçildiğinden uyumsuz kişilerin bir araya geldiği hükûmet biçimine yol açmaktaydı; ayrıca her bir bakanlık için uzun süren tartışmalar yaşanmaktaydı. Yaşanan gelişmeler üzerine Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa 25 Ekim 1923 akşamı hükümeti Çankaya’ya davet etti. Toplantıda, Vekil Heyeti’nin istifa etmesine ve yeni seçilecek Vekiller Heyeti’nde görev almamasına karar verildi. Böylece ülkeyi cumhuriyet rejiminin ilanına götürecek bir hükümet bunalımı oluşmuştu. 

"Efendiler, yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz!" - Mustafa Kemal Atatürk

27 Ekim 1923’te Vekiller Heyeti’nin istifası Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okunduktan sonra, yeni bir vekiller heyeti kurma yolunda çalışmalar başladı. Fakat çabalar sonuçsuz kaldı. Bu durumun sonunda 28 Ekim 1923’te İsmet Paşa, Fethi Bey, Kazım Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize Mebusu Fuat ve Afyon mebusu Ruşen Eşref Bey’i Çankaya Köşkü’ne akşam yemeğine çağıran Mustafa Kemal Paşa, o akşamı Nutuk’ta şöyle aktarıyordu: 

“Bakanlar Kurulunun her gün temelsiz birtakım nedenlerle düzenli çalışmaktan alıkonulduğunu görünce, uygun zamanını beklediğim bir düşünceyi uygulamaya sıra geldiğini anladım. Kemalettin Sami ve Halit Paşa’ları akşam yemeğine çağırdım. İsmet Paşa ile Milli Savunma Bakanı Kâzım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de benimle gelmelerini söyledim. Çankaya’da beni görmek için bekleyen Rize Milletvekili Fuat ve Afyon Milletvekili Ruşen Eşref Beyleri de yemeğe alıkoydum.

Yemek yenirken, ‘Efendiler, yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz!’ dedim.”

Böylelikle 29 Ekim 1923 günü toplanan Halk Fırkası Grubu kabine değişikliği için görüşmelere başladı. Görüşmelerin çıkmaza girdiği sırada Mustafa Kemal Paşa’nın meselenin halli için görevlendirilmesine karar verildi. Çözüm için bir saat izin isteyen Paşa, bu zamanın dolmasının ardından kürsüye çıkarak yönetim biçiminin cumhuriyet olması halinde hükümet kurulabileceğini, rejimin cumhuriyet olarak tescil edilmesi ve yönetim biçiminin buna uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğini ifade etti ve böylece anayasa değişikliği teklifini sundu. 

“Efendiler, yüzyıllardan beri doğuda haksızlığa ve kıyıma uğratılan ulusumuz, Türk ulusu, doğasından gelen niteliklerden yoksun sayılıyordu. Ulusumuz sahip olduğu nitelikleri ve değeri, hükumetin yeni adıyla uygarlık dünyasına daha kolay gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki yerine yaraşır olduğunu başaracağı işlerle kanıtlayacaktır.” – Mustafa Kemal Atatürk

Cumhuriyet Gençliğe Emanet

20 Ekim 1927’de Mustafa Kemal Atatürk bir konuşma yapar, konuşma aynen aşağıdaki gibidir.

“Saygı değer efendiler, günlerce zamanınızı alan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonunda tarih olmuş bir dönemin öyküsüdür. Bunda ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebildiysem, kendimi mutlu sayacağım.

Burada söylediklerimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

Mustafa Kemal Atatürk

Büyük zorluklar ve türlü cefalar çekilerek kurulan cumhuriyetimiz bugün 99. Yaş dönümünde. Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümünü kutlar ilelebet payidar kalmasını dileriz. 

Wikipedia , atam.gov , cnntürk , onedio , dft tarih , dft tarih , webtekno , Nutuk – Gazi Mustafa Kemal / YKY 

Düşünceni Tek Emojiyle Anlat!
+1
0
+1
2
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
8
0 0 oylar
Yazımızı Değerlendir
Abone ol
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Sıralı yorumlar için geri bildirim
Tüm yorumları görüntülere
bilgi
5 ay önce

verdiğiniz detaylı bilgilerden ötürü çok teşekkür ederim

kamu haberleri
5 ay önce

şu sıralar araştırma yapıyordum bu paylaşımla karşılaştığım iyi oldu sağ olun

Bu yazılarımızı da beğenebilirsin

Dünden Bugüne Kız Kulesi Tarihi ve Mitleri

Bugün restorasyon ile gündeme gelen Kız Kulesi, bilinen tarihi ve hakkında anlatılan…

Neden “Latin” Amerika?

İkilemde kalınan iki terim, Güney ve Latin Amerika ayrımını ve neden latin dendiğini bu yazıda öğrenebilirsiniz!

Türk Heavy Metalin Mihenk Taşı Albüm(Pentagram-Trail Blazer)

Türk metal tarihinin gelmiş geçmiş en iyi albümü…

Güzelliğin ve Lanetin Kenti: Babil

Semavi dinlerin lanetlediği, akabinde dillerin ortaya çıktığına inanılan, Mezopotamya’nın en güzel şehirlerinden, insanlık tarihinin gelişimine göz kırpan ve aynı zamanda lanetlenenler Babil.