Bugün restorasyon ile gündeme gelen Kız Kulesi, bilinen tarihi ve hakkında anlatılan söylenceleri karşınızda.

 

 

Yüzyıllardan beri varlığını sürdüren yapımından bugüne kadar geceleri boğazdan geçen gemilere feneri ile göz kırpıp yol gösteren ve bugün restorasyonu ile gündeme gelen Kız Kulesi, Marmara Denizi’nin göbeğinde bulunan nadide bir yapıdır. Dünyanın en yalnız ve İstanbul’un en gizemli kulesi; Kız Kulesi. Dünyanın bu eşsiz harikasının yapım amacı ve kullanımı ile ilgili çok fazla söylence mevcuttur. Mitlere dahi konu olan Kız Kulesi’nin bilinen yazılı tarihe göre ilk kez gözetleme kulesi olarak inşa edilebilmiş olacağı çeşitli araştırmalarla aktarılmaktadır. 

Tarihi Akışlarda Kız Kulesi

İlk olarak Antik Yunan çağında Kyzikos (Erdek bölgesi) deniz savaşı sonrasında M.Ö. 408’de Atinalı general Alkibiadis, Karadeniz ve Çanakkale’den Marmara Denizi’ne geçişi denetleyebilmek adına küçük bir kaya üzerine gözetleme kulesi olarak inşa edilebilmiş olacağı düşünülmektedir. M.Ö. 24 yüzyıla kadar bir geçmişi olduğu düşünülen kule Üsküdar’da Bizans’tan günümüze kalan tek eserdir.

Bizans İmparatoru Komninos Hanedanının kurucusu I. İsaakios’un yeğeni ve Komninos Hanedanı mensuplarından 5 Komninos imparatorundan ilki olan I. Aleksios, Doğu Roma’nın en karışık döneminde başa geçmiştir. Bu dönemde Peçenekler Tuna’yı geçmiş ve Balkan topraklarına akınlar etmiş, Selçuklu orduları Marmara ve Ege denizi kıyılarına kadar gelmiştir. Başarılı bir siyasetçi olan I. Aleksios çeşitli diplomatik hareketlerden sonra başkenti denizden güvenlik altına almak ve ticareti de denetleyebilmek için 1110 yılında taş duvarların üzerine konulan ahşap bir kule inşa ettirdi. Konstantinopolis’teki Mangana semtine bir başka kule dikerek iki kule arasında uzanan bir demir zincir gerilmiştir. 

Antik Yunan döneminde yapılan ilk çalışmanın üzerine yeni inşa edilip ve zincirle donatılan bu yapıya ayrıca bir ek bina eklenerek gümrük istasyonu olarak da kullanılmıştır. Ne var ki 1453 yılında İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethi sırasında bu kulede Venedikli Gabriele Trrevisano tarafından yönetilen bir garnizon bulunuyordu. Bu bağlamda yapı askeri bir üs olarak da kullanıldığı net göstergelerle ortaya çıkmaktadır. 

Antik Yunan döneminde mezar olarak kullanıldığı düşünülmekte olan yapı, Bizans döneminde hem ticari hem de askeri olarak kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise gözetleme kulesi, gösteri, savunma, gümrük, sürgün, karantina odası gibi birçok görev üslenmiştir.

Kız Kulesi’nin birçok adı vardır. Kimi Avrupalı tarihçilere göre buraya Leander Kulesi denir. Bir dönem “Tour de Leandros” ismiyle ünlenen kaleye Antik Çağ’da arka ( küçük kale) ve damialis (dana yavrusu) isimleri verilmiş. Damialis  ismimin kaynağı ile ilgili Atina Krallığı’nın büyük  komutanlarından Hares’in eşi olduğu ve bir rivayete göre, Makedonya Kralı Filip’in İstanbul’a saldırma ihtimaline karşı, Atina krallığı, İstanbul’u korumak üzere Amiral Hares komutasında 40 pare gemi gönderir. Hares’in çok sevdiği eşi Damalys öldüğünde, amiral, eşini buradaki kayalıkların içine oydurduğu bir mezara defneder ve Damialis ismi de oradan gelir. Çağlar boyu farklı isimlerle anınsa da tarihsel sürece ve yalnızlığına ithafen kendisiyle bütünleşen Kız Kulesi ismiyle tanımlanmaktadır.

Bizans döneminde gemilerden vergi almak amacıyla Kız Kulesi’nden Avrupa yakası boyunca büyük bir zincir çekilmiş böylelikle gemilerin Anadolu yakısından geçmesine izin verilmiş fakat bir süre sonra diğer kule zinciri taşıyamayarak yıkılmıştır. Kuleden Avrupa yakasına doğru bakıldığında suyun içindeki yıkıntıların görüldüğü aktarılmaktadır.

Osmanlı zamanında 1509 yılında meydana gelen bir deprem ile yıkılmış, yenilenmesinin üstünden 212 yıl geçtikten sonra yani 1721 yılında yanmıştır. Damat İbrahim Paşa tarafından Kız Kulesi deniz feneri olarak tekrar kullanılmış ve çevresindeki surlar 1731 ila 34 arasında onarılmıştır. Tarihler 1763 yılını gösterdiğinde kule daha dayanıklı taştan yeniden inşa edilmiştir. 1829’dan itibaren karantina istasyonu olarak kullanılan kule, II. Mahmud döneminde (1832) onun emriyle yeniden restore edilmiştir. Tarihler 17
Ağustos 1999 yılını gösterdiğinde meydana gelen doğal afet olan depremden ve  
Marmara Denizi’nde oluşan tsunamiden sonra hasar alan kuleyi güçlendirmek için çelik destekler eklendi. Yine o dönemde iç kısmın bir bölümü restorana dönüştürülmüştür. Günümüze gelindiğinde ise tekrar restore edilme çalışmaları başlamış ve geçmiş görünümü kazandırılması amaçlanmaktadır.

Kız Kulesi ve Anlatılan Hikayeler

Kız Kulesi’nin tarihsel serüveni haricinde burasıyla ilgili birçok hikâye anlatılagelmiştir. Romalı şair olan ve genellikle aşk, terkedilmiş kadınlar, mitolojik temalı şiirler yazan Publius Ovidius Naso Kız Kulesi ile ilgili bir hikâye kaleme almıştır. Hero ile Leandros’un hüzünlü ve trajik sonlu aşkını yazan Ovidius hikâyeyi şu şekilde ele almıştır: Hero’nun kuleden ayrılmasıyla başlar hikaye. Hero aşka yasaklı bir kadındır, çünkü güzeller güzeli Afrodit’in rahibelerindendir ve Afrodit’in rahibeleri aşk yaşayamaz. Afrodit’in tapınağında bir tören yapılacaktır ve Hero törene katılmak için kuleden ayrılır, törende Leandros ile karşılaşır. Bu karşılaşmada iki genç yıldırım aşkına tutulur. Leandros gece kuleye gelmesiyle aşkları kutsanır. Kız Kulesi yıldırım aşkıyla birbirine tutulan bu iki gencin her gece kulede yaşadığı gizli aşka ve yasak sevişmeye tanıklık eder. Günlerden bir gün yine Leandros yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda fenerinin sönmesi sonucu karanlıkta yolunu kaybeder.  Bu kayıp onun boğazın derin sularına gömülmesine neden olur. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero ise kendini Kız Kulesi’nden boğazın derin sularına bırakır. Bu hikâye kavuşamayan aşıklara atıfta bulunur. 

Bir başka hikâye ise günümüzde hemen hemen herkesin bildiği yılan tarafından sokularak ölen prensesin hikayesidir. Bizans İmparatoru’nun eşi hamiledir günler günleri kovalar doğum zamanı gelir ve çok güzel bir kız çocuğu dünyaya getirir. İmparator bu habere çok sevinir ve kızının doğduğu günü bayram ilan eder, yılın o günü geldiğinde ülkede festivaller, görkemli törenler yapılır. Kızını çok seven ve onun tahta geçeceği zaman gelene dek iyi eğitim görmesini isteyen İmparator ülkenin en bilgin kişilerini biricik kızını eğitmesi için çağırır. Bilginlerin yaşlısı ve aynı zamanda kâhin olan kişi, İmparator’a kızının on sekizinci yaşına basmadan zehirli bir yılan tarafından sokularak nefes aldığı bu dünyadan göçeceğini söyler. İmparator bu kehanet üzerine derin bir hüzne boğulur ve bunun gerçek olmaması için denizin ortasındaki küçücük adaya bir kule yaptırır ve kızını oraya yerleştirir. Bu adaya İmparator’dan başka kimse gelmez, yalnızca yemek bırakılır ve dönülürdü. 

Yıllar yılları kovalamış ve prensesin on sekizinci yaş günü yaklaşır. İmparator, kızına çok sevdiği üzümlerden bir sepet yaptırılıp gönderilmesini ister. Prensese üzüm dolu sepet gider, prenses sepeti aldığında içinden çıkan zehirli yılan prensesin narin bedenine dolanıp zehrini vücuduna bırakır ve böylece İmparatorun çok sevdiği, uğruna doğum gününü bayram ilan ettiği biricik kızı hayata gözlerini yumar. Bu hikâyenin bir başka anlatımına göre Prenses kendisine yemek getiren bir subaya aşık olur ve subay prensesi ziyarete gelirken yanında getirdiği üzüm sepetine giren yılan prensesi ısırarak zehrini akıtır, böylece prenses hayatını kaybeder. İmparator kızının ölümünden sonra yasa boğulur, kaderden kaçış olmayacağını anlar fakat yaslı baba kızını toprağa koyarsa yılanların onu rahat bırakmayacağı narin bedenine daha fazla zarar vereceğine inandığı için prensesin bedenini mumyalatır. Uzunlamasına üçgen biçimli pirinçten yaptırdığı bir tabuta koydurarak Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birine, giriş kapısına yerleştirilmesini emreder ve böylece kızının ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür. 

Bu tabut hala Ayasofya’da bulunmaktadır. Tabutla ilgili enteresan olan şey ise üzerinde iki tane yılan deliğinin olmasıdır. Rivayete göre İmparator’un kehanete karşı olan tutumundan dolayı yılanlar biricik kızının cansız bedenini de rahat bırakmayarak, mumyalandığı pirinçten yapılan tabutun içine girdiği yönündedir. Ayrıca tabutun üzerinde “bu tabuta sakın dokunmayın” açmayın anlamında bir ibare yer aldığı eğer açılırsa Ayasofya’nın büyük bir gürültü ile sallanmaya başlayıp şehri yılanların istila edeceği yönünde rivayet mevcuttur.

“Atı Alan Üsküdar’ı Geçti”

Bir rivayet de Osmanlı döneminde geçer. Efsaneye göre Battal Gazi İstanbul’u kuşatmaya gider. Belli bir süre sonra bu kuşatmadan olumlu sonuç alamayacağını anlayan Battal Gazi, Kız Kulesi’nin karşısındaki kıyıya karargâh kurar ve tam yedi yıl burada ikamet eder. Esasen Battal Gazi’nin bu kadar uzun süre Üsküdar kıyılarında kalmasının nedeni tekfurun kızına aşık olmasıdır. Tekfur, Battal Gazi’nin yeniden oraya geleceğinden korktuğu için hazinesini ve kızını Kız Kulesine kapatır. Şam seferinden dönen Battal Gazi’nin aklı tekfurun kızındadır ve yönünü Üsküdar’a çevirir. Battal Gazi bu kez hem tekfurun kızını hem de hazineyi alır, esas istediğini elde eden Battal Gazi atını atlayıp oradan uzaklaşır. Rivayet odur ki günümüzde sıkça kullanılan “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” Deyimi bu hikayeden doğar. 

Kız Kulesi Altında Yatan Sır

Tüm bu rivayetlerin yanında Kız Kulesi’nin altında bir sır gizli olduğu anlatılır. Bu anlatıya göre antika koleksiyoncusu İngiliz Sir Francis Crick’in bir akşam kapısı çalar. Kapıda tuhaf aksanlı Arap olduğunu düşündüğü bir adam elinde geometrik şekiller olan Arapça yazılı bir defter uzatır ve bunu ısrarla kendisine satmak ister. Sir Francis adama bir miktar para vererek defteri alır, bir süre sonra defteri incelemeye başladığında defterin içindeki çizimler kendisine tanıdık gelir. Bu tanıklık ülkesinden çok uzakta Türkiye’de yalnız başına ayakta duran muazzam güzelliğe sahip Kız Kulesi’dir. Emin olmak için elindeki eski çizim evraklarla karşılaştırır, elindeki çizimlerle defterdeki çizimler arasında bir tuhaflık vardır. Defterde görünen çizime göre Kız Kulesi’nin altında bir tünel olduğu belirtilmiştir. Artık konu iyiden iyiye dikkatini çekmeye başlayınca Sir, defteri tercüme ettirir ve bulduğu şeyin doğru olduğunu anlar. 

Defterdeki notlara bakıldığında mahzenin içinden aşağıya inen bir geçit olduğunu fark eder ve geçidin deniz tabanında eski bir mağaranın içerisine indiğini görür. Defterde ayrıca geçidi açan anahtarın tam olarak ölçülerle belirtilmiştir. Bu yapının içinde tasarlanmış olan suyu doldurup boşaltma prensibi ile çalışan antik mekanizmadan bahsedilmektedir. Bu anahtar Kız Kulesi altındaki mağaranın anahtardır, defteri ona getiren adamı bulmaları halinde anahtarı da elde edebileceğine inanan Sir, derhal adamı bulmaları için emir verse de bu sonuçsuz kalır. Bunun üzerine demir ustalarına aynı defterde bahsedildiği şekilde bir anahtar yaptır.

 

Sir Francis “Anahtar elime geçtiğinde İstanbul’a gitmek için sabırsızlanıyordum.” Diye anılarında bu olaydan bahseder.

Bulgularının doğruluğundan emin olarak ve içindeki merakla birlikte yüksek mevkilerdeki tanıdıkları aracılığıyla Türkiye’nin İngiltere Büyük Elçi’si ile bağlantı kurar ve kendisi için araştırma izni alınmasını
ister. Girişimler sonucunda Sir Francis Crick’e 5 günlük bir araştırma izni verilir fakat yanına koruma polisi de verilmiştir. Artık İstanbul’dadır ve hız kesmeden çalışmasına başlar. İlk gün yanına verilen koruma memuru ile keşif çalışması üzerine geçer. Elindeki defterde geçidin bulunduğu yere geldiğinde geçit olması gereken yerde kocaman bir kayadan başka bir şey yoktur. Bunun üzerine kayanın altında geçit olacağına inandığı için o kayanın kırılması gerektiği yönünde planlar yapar fakat yanında koruma memurunun olması bu işi zora sokacaktır. Bunun üzerine ertesi gün yaveri ve koruma memuru ile birlikte tekrar Kız Kulesi önünde buluştuklarında. Koruma memuruna o gün sadece gezeceklerini keşif yapacaklarını başka hiçbir şey yapmayacaklarını ve yalnız çalışırlarsa daha hızlı sonuç alacaklarını bu yüzden gelmemesi gerektiğini belirtirler. Buna karşı çıkan memur geleceğini belirterek ısrar edince Sir, önceden hazırladığı altın dolu çantayı memura verir ve gitmesini söyler. 

Böylece rüşvet vererek koruma memurundan kurtulmuş olur. Hızlıca kuleye giden Sir, yaveri ile birlikte kayayı kırmaya başlar. Uğraşları sonucunda kaya kırılmıştır fakat Sir büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Parçalanan kayanın altından iki büyük kaya daha çıkmıştır. Üçüncü gün bu iki kayayı da kırmakla uğraştıktan sonra parçalarlar ve bir tünelle karşılaşırlar. Dördüncü gün tünelin sonuna gittiklerinde bir kapı ve anahtar deliği olduğunu görürler fakat yılların verdiği hasarla anahtar deliği yamulmuş anahtar girmez hale gelmiştir. Bunu nasıl aşacaklarını düşünmek için otele geri dönen Sir, bir dizi düşünme ve beyin fırtınasından sonra kuvvetli bir kimyasal karışımla anahtar deliğini eritecek bir asit yapmaya karar verirler. 

Ve 5. Gün geldiğinde asiti deliğe döküp kapıyı açarlar. Kapının arkası dar ve karanlık bir geçittir. Bahsedilene göre 35 metre aşağıya ip yardımıyla inerler. Zemine indiğinde elindeki imkanlarla odayı aydınlattıklarında yaklaşık 500 m² genişliğinde kubbeli ve kemerli bir yapının içinde olduklarını görür ve birçok bölüm ile odacıktan oluşan geçitte duvarlarda yer alan fresklerin artık okunamaz halde olduğunu görür. Yerlerde çürümüş tahtalar vardır. Duvarda ne Osmanlı’ya ne de Bizans’a ait olmayan semboller yer almaktadır. Bazı odaların çöktüğünü fark eder. Bir süre bakındıktan sonra bir kılıç fark eder ve kılıcı da yanına alarak geçitten ayrılır. Geçidi kırdıkları kayaları kullanarak betonlarla kapatıp eski haline getirmeye çalışarak oradan ayrılırlar. Kılıç aslında bir cücenin kullanabileceği boyuttadır. 1900 yıllarda karbon testine sokulan kılıcın yaklaşık olarak 1600 ile 2000 yıl öncesine ait olduğunu öğrenirler. Duvara kazılı olan sembol ise kimse tarafından açıklanamaz ve herhangi bir uygarlıkla ilişkilendirilememiştir. 

Sir Crick’in bu macerası 2004’teki ölümüne kadar gizli kalır. Ölümünden sonra bir bankanın kiralık kasasında saklı duran defter ve Crick’in deftere aldığı notlar, oradan aldığı bir kılıç ve o yerde çekilmiş otuza yakın siyah beyaz fotoğraf torunu tarafından bulunur.

 

Bu yer ile ilgili resmi bir kayıt olmadığı söylenmektedir. Kız Kulesi’nin altındaki bu yapı yalnızca savaşlar tarafında korunmak için yapılmış bir dehliz veya daha fazlası olabilir. Bazı teorilere göre o doların her biri farklı bir yere uzanmaktadır. Dehlizin bir uzunun Yerebatan Sarnıcına çıktığı, bir ucunun Kınalı Ada’da bulunan manastıra çıktığı yönünde araştırmalar ve söylenceler mevcuttur. 

2010 yılında Ubisoft’un piyasaya sürdüğü Assasin’s Creed: Revelations oyununda Yavuz Sultan Selim döneminde karakterimiz İstanbul’dadır. Ve görevlerinden biri Kız Kulesi’nin altındaki dehlizlere inmektir. Oyunun dikkat çeken bu kısmında ise Sir Francis Crick’in notlarında bahsi geçen odalar, yapılar ve mekanizmaların neredeyse tamamın aynı yapılmasıdır. Bu bir rastlantı mıdır yoksa gerçekten o notlardan esinlenerek yapılan araştırmalar sonucu mu çıkarılmıştır bu kısım tam bir muammadır. 

Hz. Hızır ve Hz. Musa'nın Buluşması

Kız Kulesi’nin bulunduğu nokta için bir rivayete göre de Kur’anı Kerim’de yer alan Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın buluşmasında ve yol arkadaşlığına ait sırlardan bahsedilir. Ayetlere göre Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın buluştuğu iki denizin birleştiği bir yerden bahsedilir ama coğrafya net bir şekilde belirtilmez. Buradan yola çıkarak iki denizin birleştiği yerde olan Karadeniz ve Marmara Denizi’nde buluşma gerçekleştiği düşünülmektedir. Bu birleşmenin bir mührü gerekiyordu. Bu mühür zamanla oturtulup boğazın bu güzel yerine konduruldu. Bu mührün de Kız Kulesi olduğu rivayet edilir. Hz. Musa’nın yardımcısı, askeri ve en yakını olan Hz. Yuşa’nın kabri kulenin teyidinde yer alan bir tepededir. Bu kabrin burada bulunmasında dolayı buluşma noktasının ve buluşmaya ait mührün Kız Kulesi olduğu düşünülmektedir.  

Yanı başımızda yer alan ve kadim çağlardan beri varlığını sürdüren bu muazzam yapıyla ilgili birçok efsanenin olması elbette mümkündür fakat güzelliği ve yalnızlığı ise su götürmez bir gerçektir. 

Düşünceni Tek Emojiyle Anlat!
+1
4
+1
5
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
0 0 oylar
Yazımızı Değerlendir
Abone ol
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Sıralı yorumlar için geri bildirim
Tüm yorumları görüntülere
Volkan
Volkan
1 yıl önce

Atı alan Üsküdarı geçti <3 Elinize sağlık çok güzel ve bilinçlendirici bir yazı olmuş

Heathcliff
Yönetici
1 yıl önce
Cevap verdi  Volkan

Yorumunuz bizim için çok değerli, teşekkür ederiz.

Bu yazılarımızı da beğenebilirsin

Neden “Latin” Amerika?

İkilemde kalınan iki terim, Güney ve Latin Amerika ayrımını ve neden latin dendiğini bu yazıda öğrenebilirsiniz!

Dillerin Kökeni

Babil Kulesi hikayesi, çok gerçek bir durumu sorgulamak için hayali bir girişimdir: İlk dil neydi ve neden şimdi bu kadar çok sayıda dil var?

Metale Başlatma Starter Pack

Manitanız, abiniz, ablanız, kardeşiniz, eltiniz, emminizin oğlu, halanızın kızı, kuzeniniz, evinize gelen tesisatçının doğduğu evin sıvasını yapan ustanın karısı, gibi…

“Racism” as a Neurological Disorder

Having different skin tones or ethnicities is not a problem, the main problem is to impose inaccurate meanings on these differences.