“Griswell, bana inanması çok zor bir hikâye anlattın. Seni kovalayan bir şey gördüm ama bu gümüş kurt da olabilir ya da kuduz bir köpek. Eğer bir şeyler saklıyorsan, şimdi dökülsen iyi olur. Bana söylediklerini hiç bir mahkeme kabul etmez. Arkadaşını öldürmekle suçlanacaksın. Seni tutuklamak zorunda kalacağım. Eğer şimdi bana doğruları verirsen, her şey daha kolay olur. Şimdi, Branner denen bu herifi sen öldürmedin değil mi? Şöyle bir şey değildi yani, boğuştunuz o da baltayı kapıp sana salladı ama bir anda ani bir hareket yaptın ve olanlar oldu?”
Griswell çöktü ve yüzünü elleriyle kapattı, kafası allak bullak olmuştu.
“Aman tanrım, dostum, John’u ben öldürmedim! Nasıl yaparım, aynı okula düştüğümüzden beri arkadaşız. Sana doğruyu söyledim. Bana inanmadığın için seni suçlamıyorum. Ama Tanrı yardımcım olsun ki, gerçek bu!”
Işık tekrardan cesede doğru çevrildi ve Griswell gözlerini kapattı. Buckner’ın homurdandığını duydu.
“Elindeki bu baltayla öldürülmüştür diye düşünüyorum. Kan ve beyin parçaları baltanın ağzına yapışmış ve saçlarda oraya takılmış, saçlar onunkiyle aynı renkte. Bu işini zorlaştırır Griswell.”
“Nasıl yani?” diye aptalca sordu New Englandlı.
“Bir öz savunma iddiasıyla sona erdirebiliriz. Sen kafasını parçaladıktan sonra Branner bu baltayı sana doğru savuramazdı. Baltayı kafasından çekip yere saplaman ve sana saldırmış gibi gözükmesi için parmaklarını baltaya kenetlemiş olman gerekirdi. Ve başka bir balta kullansaydın çok akıllıca olurdu.”
“Ama onu ben öldürmedim.” diye sızlandı Griswell.
“Kendimi savunmak için açıklama yapamam.”
“Beni şaşırtan şey de bu,” diye açıkça itiraf etti Buckner.
“Hangi katil masumiyetini kanıtlamak için böyle salakça bir hikâye uydurur? Sırada bir katil en azından mantıklı bir ifade verirdi. Hmmm! Kan damlaları kapıdan başlıyor. Ceset sürüklenmiş mi– hayır, sürüklenemezdi. Zeminde iz yok. Başka bir yerde öldürdükten sonra buraya kadar taşımış olman gerekirdi. Öyleyse neden kıyafetlerinde hiç kan izi yok? Tabii kıyafetlerini değiştirip ellerini yıkayabilirdin. Ama adam öleli çok olmamış.”
Griswell umutsuzca, “Aşağı indi ve odanın karşısına geçti.” dedi.
“Beni öldürmek için gelmişti. Merdivenden aşağı indiğini gördüğümde beni öldürmek için geldiğini biliyordum. Eğer uyanmasaydım, yattığım yerde beni o öldürecekti. İşte bu pencereden fırlayıp çıktım. Bak kırık, görüyorsun.”
“Görüyorum. Ama madem yürüyordu, şimdi neden yürümüyor?”
“Bilmiyorum! Mantıklı düşünemeyecek kadar dağıldım. Hala yattığı yerden kalkıp üzerime gelmesinden korkuyorum. O kurdun peşimden koştuğunu duyduğumda gecenin bir yarısı beni kovalayanın elinde kanlı baltası ve kanayan başıyla John olduğunu sandım.” O dehşeti tekrar yaşarken dişleri titriyordu.
Buckner ışığını zemine doğru tuttu.
“Kan damlaları salona doğru gidiyor. Haydi gel. İzleri takip edeceğiz.”
Griswell çıldırmıştı.
“Yukarı doğru çıkıyorlar.”
Buckner’ın gözleri ona kenetlenmişti.
“Benimle yukarı çıkmaya korkuyor musun?”
“Griswell, you’ve told me a yarn that’s hard to believe. I saw something chasin’ you, but it might have been a timber wolf, or a mad dog. If you’re holdin’ back anything, you better spill it. What you told me won’t hold up in any court. You’re bound to be accused of killin’ your partner. I’ll have to arrest you. If you’ll give me the straight goods now, it’ll make it easier. Now, didn’t you kill this fellow, Branner? Wasn’t it something like this: you quarreled, he grabbed a hatchet and swung at you, but you dodged and then let him have it?”
Griswell sank down and hid his face in his hands, his head swimming.“Great God, man, I didn’t murder John! Why, we’ve been friends ever since we were children in school together. I’ve told you the truth. I don’t blame you for not believing me. But God help me, it is the truth!”
The light swung back to the gory head again, and Griswell closed his eyes. He heard Buckner grunt.
“I believe this hatchet in his hand is the one he was killed with. Blood and brains plastered on the blade, and hairs stickin’ to it-hairs exactly the same color as his. This makes it tough for you, Griswell.”
“How so?” the New Englander asked dully.
“Knocks any plea of self-defense in the head. Branner couldn’t have swung at you with this hatchet after you split his skull with it. You must have pulled the ax out of his head, stuck it into the floor and clamped his fingers on it to make it look like he’d attacked you. And it would have been damned clever-if you’d used another hatchet.”
“But I didn’t kill him,” groaned Griswell. “I have no intention of pleading self-defense.”
“That’s what puzzles me,” Buckner admitted frankly, straightening. “What murderer would rig up such a crazy story as you’ve told me, to prove his innocence? Average killer would have told a logical yarn, at least. Hmmm! Blood drops leadin’ from the door. The body was dragged-no, couldn’t have been dragged. The floor isn’t smeared. You must have carried it here, after killin’ him in some other place. But in that case, why isn’t there any blood on your clothes? Of course you could have changed clothes and washed your hands. But the fellow hasn’t been dead long.” “He walked downstairs and across the room,” said Griswell hopelessly. “He came to kill me. I knew he was coming to kill me when I saw him lurching down the stair. He struck where I would have been, if I hadn’t awakened. That window-I burst out at it. You see it’s broken.”
“I see. But if he walked then, why isn’t he walkin’ now?”
“I don’t know! I’m too sick to think straight. I’ve been fearing that he’d rise up from the floor where he lies and come at me again. When I heard that wolf running up the road after me, I thought it was John chasing me-John, running through the night with his bloody ax and his bloody head, and his death-grin!”
His teeth chattered as he lived that horror over again. Buckner let his light play across the floor.
“The blood drops lead into the hall. Come on. We’ll follow them.”
Griswell cringed. “They lead upstairs.”
Buckner’s eyes were fixed hard on him.
“Are you afraid to go upstairs, with me?”