Gözlerini kırptı. Ay ışığı huzmesi tıpkı rüyasında gördüğü gibi merdiveni aydınlattı ama herhangi bir figür göremedi. Ama yine de içinde uyanan bu rüya ya da tasvir her ne ise bedeni korkuyla ürperdi, bacaklarını sanki buzlu suya sokmuş gibi hissetti. Beklenmedik bir ses onu alaşağı edince arkadaşını uyandırmak için ani bir hareket yaptı. Yukarı kattan gelen ıslık sesiydi bu. Esrarengiz ve hoş bir şekilde yükseldi, ahenksiz ama huzur veren tiz ve melodik bir ses. Sözde terk edilmiş olması gerekilen evde böyle bir ses yeterince korkutucuydu ama bu korku Griswell’i donup bırakan fiziksel bir korkudan daha fazlasıydı. Benliğini saran bu korkuyu kendisi bile tanımlayamadı. Fakat Branner’ın battaniyesi hışırdadı ve Griswell onun dimdik oturduğunu gördü. Hafif karanlıkta şekli bulanık bir biçimde duruyordu, kafası merdivenlere dönüktü adam sanki dikkatle dinliyor gibiydi. Bu tuhaf ıslık daha tatlı ve şeytani bir biçimde yükseldi. “John!” Griswell kurumuş dudaklarıyla fısıldadı. Branner’a üst katta birinin olduğunu söylemek için bağırmak istedi, pek de iyi olmayacak biri, evi hemen terk etmeleri gerekiyordu. Ama sesi boğazında kuruyarak yok oldu. Branner ayağa kalktı. Kapıya doğru ilerlerken botları yerde patırdadı. Ağır adımlarla yavaşça hole girdi ve merdivenin etrafında birleşen gölgelere karışarak alt girişe vardı. Griswell hareket edemiyordu, başı şaşkınlıktan fırıl fırıl dönüyordu. Yukarıda ıslık çalan kimdi? Branner neden yukarı gidiyordu? Griswell onu ay ışığının vurduğu bölgeyi geçerken gördü, başını geriye doğru eğmiş sanki Griswell’in göremediği yukarda merdivenin de ötesinde duran bir şeye doğru bakıyordu. Ama yüzü bir uyurgezerin suratı gibiydi. Ay ışığını geçti ve hatta daha sonra geri dönmesi için ona bağırmaya çalışsa da Griswell’in görüş açısından çıktı. Dehşet dolu bir fısıltı bütün emeğinin sonucuydu.
He blinked his eyes. The beam of moonlight fell across the stair just as he had dreamed it did; but no figure lurked there. Yet his flesh still crawled from the fear the dream or vision had roused in him; his legs felt as if they had been plunged in ice-water. He made an involuntary movement to awaken his companion, when a sudden sound paralyzed him. It was the sound of whistling on the floor above. Eery and sweet it rose, not carrying any tune, but piping shrill and melodious. Such a sound in a supposedly deserted house was alarming enough; but it was more than the fear of a physical invader that held Griswell frozen. He could not himself have defined the horror that gripped him. But Branner’s blankets rustled, and Griswell saw he was sitting upright. His figure bulked dimly in the soft darkness, the head turned toward the stair as if the man were listening intently. More sweetly and more subtly evil rose that weird whistling. “John!” whispered Griswell from dry lips. He had meant to shout-to tell Branner that there was somebody upstairs, somebody who could mean them no good; that they must leave the house at once. But his voice died dryly in his throat. Branner had risen. His boots clumped on the floor as he moved toward the door. He stalked leisurely into the hall and made for the lower landing, merging with the shadows that clustered black about the stair. Griswell lay incapable of movement, his mind a whirl of bewilderment. Who was that whistling upstairs? Why was Branner going up those stairs? Griswell saw him pass the spot where the moonlight rested, saw his head tilted back as if he were looking at something Griswell could not see, above and beyond the stair. But his face was like that of a sleepwalker. He moved across the bar of moonlight and vanished from Griswell’s view, even as the latter tried to shout to him to come back. A ghastly whisper was the only result of his effort.