Uzun zaman sonra çok farklı bir film ile birlikteyiz. Lübnan yapımı bir film, sağlam bir tavsiye olduğunu düşünüyorum, spoilerlı bir analiz olacak sıkı tutunun o yüzden.
“Neden buradasın biliyor musun?”
“Evet.”
“Neden?”
“Anne ve babamdan şikâyetçiyim.”
“Anne ve babandan niçin şikâyetçisin?”
“Beni dünyaya getirdikleri için.”
Bu filmi izleyeli yaklaşık bir yıl olmuştur diye tahmin ediyorum ama o zamandan beri de pek aklımdan atamadım. Bunun sebebi yönetmeninde (Nadine Labaki) belirttiği gibi filmin gerçek olması, Zain karakteri gerçek bir mülteci, adını değiştirmek istememişler. Ajitasyondan uzak ve gerçeği görmenizi sağlayacak ve hatta sizi evine kadar sokacak bir film. Her iki tarafı da dinlediğiniz, haklı veya haksız diye seçemediğiniz bir film. Nadine küresel bir problemi perdeye taşımak istemiş ve sesi duyulmayan insanların sesi olmak istemiş üstelik bunu da o insanların hikâyeleri ile yapmış. Ülkemizde de büyük bir problem aslında bu, mülteci sorunu yani. Sürekli sokağın köşesinde ayakkabısız gördüğümüz çocuklar ama elimizden bir şey gelmediği çocuklar var ya heh işte bu hikâye o çocuğun hikâyesi. Yönetmen bu çocukların hayatlarını ve ailelerini merak edip Lübnan sokaklarında araştırmaya başlamış. Ve Zain’i de Lübnan’nın ücra sokaklarında bulmuş, arkadaşlarıyla kavga ediyormuş o esnada.
Nadine bu filmde en zor olan kısım için aktörlerin aslında deneyimlerinin olmaması olduğunu dile getiriyor, onlardan sadece kendileri olmalarını istemiş yönetmen. “Action” bile dememişler, sahneyi hazırlayıp işte şimdi hazırız dedikleri yerde başlamışlar çekmeye. Yönetmen bu filmde tamamen tanımaya yönelik hareket etmiş, mülteci bir çocuk nasıl hareket eder, neler yaşar, tecrübeleri nedir, ne düşünür bu hassasiyetle yaklaşmış hep Zain’e. Zain ona hikâyesini anlatmıyormuş ama o ağzından duyduğunu analiz edip onunla bağını güçlendirmeye çalışıyormuş. Hatta şöyle bir anısından bahsediyor, röportaj için eve gittiğinde anneyi göremeyince nerede bu kadın neden çocuklarını yalnız bırakıp gitmiş baba nerede diye kızmış ama Zain’in annesi ona kendini ne sanıyorsun hiç benim yerimde bulundun mu çocuklarını su ve şekerle beslemek zorunda kaldın mı? Deyip yönetmeni kendine getirmiş. Bu sözler filmde de geçiyor, hatta Nadine filmde Zain’in avukatı olarak karşımızda. Bunu güzel bir detay olarak görüyorum çünkü bu filmi çekerek bir çocuğun hayatını anlatarak devasa bir problemle uğraşıyor, ben buna savunma olarak bakmıyorum gerçeğin avuçlarımıza usulca bırakılması olarak yorumluyorum ki bence adaletin işlevi de bu olmalı gerçeği vermeli gerçekle ne yapacağınız önemli olan. Bu sözlerde filmin sonlarına doğru yine yönetmenin suratına karşı söyleniyor. Gerçek bir yüzleşme gibi. Bu soruları sokaktaki çocuğa biz de soruyoruz; “annen nerede, baban nerede, ailen yok mu?” ve gerçekten hayatımda duyduğum en aptalca soru, o çocukları sokağa yollayan aileleri çünkü başka şansları yok. Bir şeklide yaşamak zorundalar. Çünkü aslına bakıldığında evet, hangi anne keyfi bir şekilde çocuklarını bırakıp dışarda dolanır, belli ki çocuğuna su ve şeker yedirmek istemeyen bir anne. Filmde de böyle bir sahne var bu arada, yönetmen onların hikâyesinden bulabildiğini filme eklemeye çalışmış. Yonas ve Zain aç kalınca şekerli buz yiyorlar çünkü yiyecek bir şey yok.
Bu çocukların doğum belgesi de yok dolayısıyla toplumda da yoklar ve sesleri çıkmıyor. Ne sağlık hizmetinden ne de bir başka hizmetten yararlanabilirler. Sahar’da bu şekilde ölüyor, çocuğun kanaması var ama hastane kimlik bilgileri olmadığı için kabul etmiyor ve çocuk ölüyor. Filmde bir sahnede Zain kaçtığı eve dönüp belgelerini istiyor ama yok ve babayla aralarında şöyle bir diyalog geçiyor:
“Biz hiçiz oğul. Hiçiz.”
Bu replik bu durumu özetleyen şey aslında, insanlar savaştan kaçıyor, biraz olsun normal yaşayabilmek için çünkü baş edemeyecekleri kadar sorunlu ve sıkıntılı bir durum bu ve bununla her zaman cesurca yüzleşemezsin bazen buna izin verilmez. En berbat olanı kaçmak için geldiğin ülkede tutunmaya çalışıyorsun ve kafan sürekli ne yapman gerektiğini söyleyen seslerle dolu; evlen, çocuk yap, adam ol, regl oldun artık kadın olma vakti, bu ve buna benzer bir sürü sesle boğuşmaya ve dediklerini yapmaya başlıyorsun. En sonunda da olay daha berbat bir hal alıyor. İnsanlar sürekli neden bu kadar doğuruyorlar zaten bakamayacaklar diye sorular soruyor, aynı soruları ben de soruyorum çünkü kamplarda kalan mültecileri lüks bir hayat beklemiyor artı organ mafyası gibi korkunç bir gerçek de bulunuyor. Ama burada esas problem, bu insanların tutunduğu kendi gerçekleri bu kaosun yüklediği korkunç düşünceler ve baskılar. Filmin açılış sahnesinde de bunu gösteren bir geçiş var ellerinde tahtadan silahlarla savaşan, cam kıran, sigara içen çocuklar görünüyor. Bu çocuklar neyle savaşıyor bilinmez, belli ki zihinlerindeki travma onları kıstırmış ve bırakmıyor. Ama öteki taraftan içinde boğuldukları kültür ya da din denilen çok bulanık bir su var sürekli bir şey yapmaları gerektiğini söylüyor.
Film mültecilik, çocuk istismarı ve genççocuk yaşta evlilik gibi konulara değiniyor. Çocukların çalışması ya da sokakta uğradıkları istismar bunlara örnek, anlayacağınız çocukların kaçacak ve rahat nefes alabilecekleri bir alanları yok. Sürekli birbirlerini korumaya çalışmak zorundalar. Bunu Zain ve Sahar arasında çok sık görüyoruz. Zain kardeşini Asaad’dan sürekli korumaya çalışıyor, ilk reglinde onun için çok endişeleniyor çünkü ailesi kızlarının regl olduğunu öğrenirlerse onu evden atarlar. Zain de bunun önüne geçmeye çalışıyor. Assad’ın da küçücük çocuğa (11 yaşında) flörtöz tavırlarla yaklaşması (kibar olamayacağım yavşaması), çocuk istismarı hat safhada. Ve izlerken bu filmin gerçek olduğu fikri benim zihnimi dağlıyor. Ciddi ciddi çocuk gelin diye bir gerçek var çünkü. Sahar’ın zorla evden çıkarılıp kendinden yaşça büyük Asaad’a gelin diye verilmesi ve bunun sonucunda Sahar’ın hamile kalıp doğum esnasında vücudunun dayanamayıp ölmesi. Mahkeme sahnesinde Asaad ve yargıç arasında bir konuşma geçiyor;
“Evlendiğinizde kaç yaşındaydı?”
“On bir.”
“On bir mi? On bir yaşındaki kız evlenebilir mi?”
“Bence bilir yani. Olgunlaşmıştı.”
On bir yaşındaki bir çocuk ilk defa regl oldu diye olgunlaşmış muamelesi görmesi cidden pes dedirtiyor ben burada Zain ile aynı tepkiyi verdim,
“Sahi mi? Yapma ya! Domates patates mi lan bu!”
Zain cesur ve dirençli bir çocuk bunu filmde görmek mümkün gözlerinden okunuyor çünkü. Aynı şeyden yönetmen de bahsediyor, Zain fazla anlatmazdı ama gözleri konuşurdu gibi bir ifadesi var. Sizde filme bu hassasiyetle yaklaştığınızda o gözlerin bağıra çağıra size konuştuğunu göreceksiniz. Sokağın köşesinde bıraktığımız o görünmez çocuğun hayatına bakıyoruz. Kendisi gibi bir göçmenle karşılaşıp onun çocuğuyla kardeş olması. O çocuğu korumak için elinden geleni yapmaya çalışması ama yetmiyor ne yazık ki. Mahkeme sahnesinde ailesine onu dünyaya getirdiği için dava açması, Rahil yakalandıktan sonra Yonas’a bakmaya çalışması ya da bakkalcıyı bıçaklaması, Zain hepsine karşı dik ve güçlü durmaya çalışıyor film boyunca. Çok fazla çarpıcı ve ruhunuzu burkan sahne var filmde ve izlerken bunun gerçek olduğunu düşünün. İnsanın yüreği patlayacak raddeye geliyor. Küçücük çocuğun çaresizce bir şeyler yapmaya çalışmasını izliyorsunuz ve bunlar da öyle yenilir yutulur şeyler değil üstelik. Ben yazıma Zain’in insanlara seslendiği sözlerle son vermek istiyorum.
“Nereden arıyorsun Zain?”
“Cezaevinden.”
“Cezaevinden mi? Hangi cezaevi?”
“Roumieh Çocuk Cezaevi”
“Zain, bizi neden aradın, senin için ne yapabilirim”
“Anne babamdan şikâyetçi olmak istiyorum.”
“Zain canlı yayındasın ne söylemek istersin?”
“Yetişkinlerden beni dinlemelerini istiyorum, çocuk yetiştiremeyen yetişkinlerin çocuk yapmasını istemiyorum. Ne mi hatırlayacağım? Şiddet, aşağılama, dayak, zincirle, kemerle dövülme. Duyduğum en tatlı sözler “Defol oruspu çocuğu. Toz ol puşt!” Hayat bir bok çukuru. Beş para etmez. Burada cehennemde yaşıyorum. Çürüyen et gibi yanıyorum. Hayat bir oruspudur. İyi insanlar olacağımızı ve sevileceğimizi düşünmüştüm ama Allah bunu bizim için istemedi. Bizim ötekiler için paspas olmamızı tercih ediyor.”