Mahremiyet bir gecede yok olmadı; küçük onaylarla, alışkanlıklarla ve “kabul ediyorum” refleksiyle sessizce elimizden alındı.

Mahremiyet bir gecede ölmedi. Ne tek bir yasa maddesiyle ne de belirli bir teknolojik icatla ortadan kalktı. Onu kaybettiğimizi fark ettiğimiz gün, aslında çoktan kaybetmiştik. Çünkü mahremiyet, bağırarak değil; sessizce, alışkanlıklarımıza karışarak, gündelik hayatın sıradanlığına sızarak yok oldu.

İnsanlık tarihine bakıldığında gizlilik hiçbir zaman mutlak bir hak olmadı. Sarayların duvarları vardı ama kulakları da vardı. Tapınakların kutsallığı vardı ama tanrılara fısıldanan sırlar da kayda geçiyordu. Devletler, imparatorluklar ve iktidar biçimleri her zaman bilmek istedi: Kim olduğunu, ne düşündüğünü, neye inandığını. Çünkü bilmek, yönetmenin en eski yoluydu.

Ancak modern çağda değişen şey, izlenmenin biçimi oldu.

Eskiden gözetlenmek istisnaiydi. Bugün ise varsayılan durum bu. Bir zamanlar gizli olan, artık açıklanmadığında şüphe uyandırıyor. Konumunu kapatmak, kamerayı bantlamak, çerezleri reddetmek; tüm bunlar “olağan” değil, “kaçak” davranışlar gibi algılanıyor. Mahremiyet, korunması gereken bir hak olmaktan çıkıp açıklanması gereken bir tercihe dönüştü.

 

Bu dönüşüm teknolojik bir zorunluluk değil; alıştırma süreciydi.

Gözetimin Normalleşmesi

Artık kuleler yok. Duvarlar yok. Ama veriler var.

Modern gözetim, bir gözün sürekli seni izlemesi değildir. Asıl mesele, davranışlarının küçük parçalar hâlinde toplanmasıdır: Bir tıklama, bir duraksama, bir kaydırma hareketi… Yapay zekâ destekli sistemler bu sinyalleri birleştirerek senden daha tutarlı bir profil üretir. Bazen senden bile daha tutarlı.

Bu gözetim biçimi, “tehdit” kılığında gelmez. Kolaylık kılığında gelir. Daha hızlı ulaşım, daha kişisel öneriler, daha güvenli şehirler, daha sorunsuz hizmetler vaat edilir. Karşılığında ise küçük tavizler istenir: bir izin, bir onay, bir tıklama.

Uygulama izinleri bunun en görünür örneğidir. Kamera, mikrofon, konum, kişi listesi… Bugünün insanı, geçmişte hiçbir otoriteye vermeyeceği kadar kapsamlı bilgiyi, birkaç saniyelik “izin ver” refleksiyle teslim eder. Çünkü tasarım buna göre kuruludur: İzin vermezsen eksik, verirsen tam deneyim.

Bu veriler tek bir yerde kalmaz. Reklam ağları, analitik firmalar, veri broker’ları ve kimi zaman kamu kurumları arasında dolaşır. Bir yerde “konum verisi” olan şey, başka bir yerde “alışkanlık haritası”na; oradan “davranış tahmin modeli”ne dönüşür. Gözetim artık yalnızca bakmak değil, sonuç üretmektir.

Cambridge Analytica skandalı bu dönüşümün sembolik kırılma anlarından biridir. Facebook üzerinden toplanan kullanıcı verilerinin, politik tercihleri etkilemeye yönelik mikro-hedefleme amacıyla kullanılması; gözetimin reklamın ötesine geçip davranış mühendisliğine evrildiğini gösterdi.

Benzer şekilde yüz tanıma teknolojileri, yalnızca “kim bu?” sorusuna cevap vermekle kalmaz; kalabalık analizi, duygu tahmini ve risk sınıflandırması gibi alanlara genişler. Clearview AI örneğinde olduğu gibi, internetteki milyarlarca görselin izinsiz biçimde taranıp devasa bir biyometrik veri havuzuna dönüştürülmesi; gözetimin artık bireysel değil, yapısal bir mesele olduğunu ortaya koyar.

 

TikTok tartışmaları da bu çerçevede okunmalıdır. Mesele yalnızca bir uygulamanın “casusluk yapıp yapmadığı” değildir. Asıl mesele, küresel ölçekte toplanan devasa kullanıcı verilerinin; ulusal güvenlik, içerik manipülasyonu ve algoritmik yönlendirme açısından ne anlama geldiğidir. Bu yüzden birçok ülkede konu, eğlence uygulaması sınırını aşarak stratejik bir tartışmaya dönüşmüştür.

Kabul Ediyorum: İktidarın En Sessiz Takip Aldatmacası

Modern gözetimin en büyük başarısı, zor kullanmadan işlemesidir. Kimse kapımızı çalıp “seni izliyoruz” demez. Bunun yerine karşımıza küçük bir pencere çıkar: birkaç paragraf metin ve altında tek bir cümle.

Kabul Ediyorum.

Bu cümle, modern çağın en sessiz ama en etkili yetki devridir. Kullanıcı yalnızca bugünü değil; gelecekteki olası davranışlarının işlenmesini de onaylar. Bu yüzden “kabul ediyorum” demek, bir sözleşme imzalamaktan çok daha fazlasıdır. Bu, bilinmeyen bir sürece açık çek vermektir.

Bu rıza gerçek anlamda özgür değildir. Çünkü çoğu zaman seçenek nettir: Kabul edersin ve sisteme dahil olursun; etmezsen dışarıda kalırsın. Dijital çağda rıza, bir tercih olmaktan çıkıp uyumun ön koşulu hâline gelmiştir.

Tarih boyunca iktidar, rızayı doğrudan istemekten çok üretmeyi tercih etti. Antik çağda tanrılar konuştu, Orta Çağ’da kutsal düzen devreye girdi, modern dönemde güvenlik ve ulus kavramları öne çıktı. Dijital çağda ise rızanın dili yumuşadı. Buyurgan değil, yatıştırıcı oldu.

“Deneyiminizi iyileştirmek için.”
“Güvenliğiniz için.”
“Size daha iyi hizmet sunabilmek adına.”

 

Bu dil, gücü görünmez kılar. Gözetim baskı gibi değil, ilgi gibi sunulur. Sistem seni izler çünkü “seni tanımak ister”. Oysa bu tanıma, empati değil; matematiksel çıkarımdır.

Mahremiyet Neden Vazgeçilmezdi?

Mahremiyet saklanmak değildir. Mahremiyet, insanın kendisiyle baş başa kalabildiği alandır. Hata yapabildiği, fikrini olgunlaştırabildiği, değişebildiği boşluktur. Tarih boyunca iktidarların mahremiyetten rahatsız olmasının nedeni de budur: Mahremiyet, kontrol edilemeyen iç dünyadır.

Mahremiyet aynı zamanda güvenliktir. Konum verisi, şiddet mağdurları için hayati bir risk olabilir. İletişim kayıtları, gazeteciler ve aktivistler için doğrudan tehdit anlamına gelebilir. Dijital çağda mahremiyet kaybı, yalnızca utanç değil; somut tehlike üretir.

 

Bir diğer kritik boyut ise hafızadır. Eskiden insan, hatasının unutulacağına güvenebilirdi. Bugün ise hatırlama ucuz, unutma pahalıdır. Dijital sistemler insanın en geçici hâllerini bile kalıcı izlere dönüştürür. Bu da mahremiyeti, bir özgürlük meselesi hâline getirir.

Kontrolün Elden Çıktığı Nokta

Bugün gelinen noktada veri, yalnızca devletlerin ya da şirketlerin kontrol ettiği bir araç değildir. Yapay zekâ modelleri; milyonlarca insanın davranışından öğrenir ve bu öğrenme süreci çoğu zaman tek bir merkez tarafından tam olarak denetlenemez.

Bir ülkede toplanan veri, başka bir ülkede işlenir. Bir platform için geliştirilen algoritma, başka bir bağlamda yeniden kullanılır. Böylece veri, bağlamından kopar; anlamı genişler. Bu noktada artık soru “kim izliyor?” değildir. Asıl soru şudur: Bu sistemler neye göre karar veriyor?

Kredi skorlarından risk analizlerine, içerik filtrelerinden güvenlik taramalarına kadar birçok alanda kararlar algoritmik süreçlerle veriliyor. Bu süreçlerin nasıl çalıştığı çoğu zaman şeffaf değil. Hatalar görünmez, sonuçlar ise gerçektir.

Bundan Korunmanın Bir Yolu Var Mı?

Tam anlamıyla korunmak mümkün değil. Dijital dünyanın
dışında kalmak, modern hayatın dışında kalmak anlamına geliyor. Ancak bu,
hiçbir şey yapılamayacağı anlamına da gelmiyor.

Mesele mutlak güvenlik değil, bilinçli mesafe
kurabilmek. Hangi verinin neden istendiğini sorgulamak, otomatik refleksleri
yavaşlatmak. Her görünürlüğün güç olmadığını, her kolaylığın masum olmadığını
fark etmek.

İzinleri bilinçli yönetmek, dijital kimliği tek bir merkezde
toplamamak, gizlilik odaklı araçları tercih etmek… Bunlar sihirli çözümler
değil. Ama bireyin tamamen edilgen olmadığını hatırlatan küçük müdahalelerdir.

 

Mahremiyet teknik bir detay değil, insani bir sınırdır.
Her şeyin paylaşılmak zorunda olmadığını hatırlamak bile, bu sınırın varlığını
sürdürmesine katkı sağlar.

Son Söz

Mahremiyetin ölümü bir günde olmadı. Gözetim zorla dayatılmadı. Rıza adım adım üretildi. Alışkanlıklarla, kolaylıklarla, küçük onaylarla…

Belki de bugün yaşadığımız şey, iktidarın söylediği ilk yalanın modern versiyonudur:
“Bunu sen istedin.”

Oysa insan çoğu zaman istemedi. Sadece uyum sağladı. Ve şimdi, yapay zekâ çağında, toplanan verilerin artık yalnızca bireyin değil; onları toplayanların bile kontrolünü aşmaya başladığı bir eşikte duruyoruz.

 

Bu eşikte asıl mesele, kimin baktığı değil; neyin karar verdiği.

Mozillafoundationefftheguardianpublications, Shoshana Zuboff – Gözetim Kapitalizmi Çağı, George Orwell – 1984

Düşünceni Tek Emojiyle Anlat!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
4
5 2 oylar
Yazımızı Değerlendir
Abone ol
Bildir
guest

0 Yorum
Sıralı yorumlar için geri bildirim
Tüm yorumları görüntülere
You May Also Like

“Racism” as a Neurological Disorder

Having different skin tones or ethnicities is not a problem, the main problem is to impose inaccurate meanings on these differences.

İnsanlığın Ulaşabildiği En Derin Nokta: Kola Süper Derin Kuyusu

Sovyet Rusya toprakları içerisinde gerçekleştirilmiş bu proje, 12,1 km derinlikle daha önce hiç bir ülkenin inemediği kadar derine inebilmeyi başardı. Peki bu proje neden iptal edildi?

Güzellik Gerçekten Göreceli mi?

Slater, “Çekicilik bakan kişinin gözünde değil, yeni doğmuş bir bebeğe doğuştan geliyor”, diyor.

Mitolojik Figürlerin Modern Yorumları

Mitoloji, insanlık tarihinin en eski anlatı biçimlerinden biridir ve kültürel kimliğin, toplumsal değerlerin ve evrensel temaların yansıması olarak yüzyıllardır varlığını sürdürmektedir. Modern sanat ve edebiyat ise bu antik anlatıları yeniden yorumlayarak, mitolojik figürlere yeni bir soluk getirmiştir.